Hani tipler vardır ya, doktora gider, sonra da doktorun dediğine burun kıvırır, “Aman doktor ne bilecek” diye. Doktor olsam valla bu lafı edenin ağzının ortasına indirirdim. Ya da doktor ilaç verir, eve gelir içmez, “Doktor anlamadı” diye. Kıl olurum böyle insanlara. Güvenmiyorsun niye gidiyorsun? Gidiyorsun niye güvenmiyorsun? Gerçi şimdi hastaya da hak vermek lazım. Bazen hal ve hareketleriyle doktor bas bas bağırıyor “Bana güvenme” diye. Şahsen iki kere de ben böyle burun kıvırıp geldim doktora. Sonunda da iyi bir ders aldım, oturdum.
İlki çocuklara hamileyken oldu. Bir türlü doğuramadığım doğum hikâyemde uzun uzadıya anlatmıştım ya NST’ye baktırmak için ucuzundan bir hastaneye gidiyordum. İşte o hastanede hayatımın en yaşlı kadın doğumcusuyla tanıştım. Büyük ihtimalle Hipokratla şahsen tanışma şerefine erişmiş bu teyzenin ne doğru düzgün gözü görüyor, ne kulağı duyuyordu. Varsa yoksa bitmeyen bir çenesi vardı. İşin pis yanı hastaneye gidince zart diye NST’ye de bağlamıyorlar insanı. İlla doktor teyze görecek, çenesiyle öldürecek.
Selam verdik girdik doktorun yanına. Dedik durum böyle böyle, sancımı hissetmiyorum, NST’de bakabilir miyim sancı var mı diye? Teyze birkaç paragraf konuştuktan sonra “Ay hele bi bebişlere bakalım, ne durumdalar,” dedi. Allah biliyor ya ben de hiç zaman kaybetmek istemiyorum. Ertesi gün de uzay üssü gibi bir hastanede perinatolojik muayenem var zaten. Ama kadın dinlemedi, el yordamıyla ultrasonu buldu, yine el yordamıyla bulduğu karnıma koydu. Ultrasonun ekranına gözünü yapıştırarak ölçüm yapmaya çalışıyor. Bu arada ultrason cihazı da tarihi eser. Bir ekranı var ki el kadar. Cızır cızır cızırtı. Görüntüde bizim Flaş TV mübarek, sürekli karıncalar halay çekiyor. O karmaşada kadın iyi buldu da bebeleri gördü. Uzun süre uğraşıp ölçüm yaptı: Oğlan 1580, kız 2180 gr. (Rakamları tam hatırlayamadım. Bakmaya da üşendim. Üç aşağı beş yukarı böyle bir şey.) Bildiğimden epey iri bebeler. Bir hafta önce 1000 gr civarındalardı. Sanki pompayla şişirmiş biri. “Amaaan” dedim, “Belli ki yanlış hesapladı doktor.” “Hee hee” dedim doktora, inanmış gibi yaptım.
Ertesi gün uzay üssüne gittim. Oğlan hâlâ 1200 gr civarı, kız 1800. “Dün bir yerde ölçtürdüm böyle böyle çıktı,” dedim doçent olan doktora. Doktor bıyık altından güldü. “Bu cihaz son teknoloji. Çok hassas. Bakma sen başka yere,” dedi.
Ve olayın üzerinden 24 saat geçmeden doğurdum! Oğlan 1580, kız 2180 gr. Ahahhaha. Noktasına virgülüne bizim eski toprak doktorunkiyle aynı! Sen misin küçümseyen pîri?
Gelelim bu haftaya. Geçen salı kızda ishal başladı. Çarşamba sabah da kustu. Hastaneyle zaman kaybetmek istemedim. Sağlık ocağına götürdüm. Doktor hanım zahmet edip muayene bile etmedi. “Şikâyetin ne?” dedi. Söyledim. “Rotadır bu,” dedi. İlaç yazmaya başladı. Ben de “Öf amma da salladı,” dedim içimden. Dışımdan da “Test yaptırmak gerekmiyor mu rota için? Belki güneş filan çarpmıştır,” dedim. “Test yapsak ne olacak ki?” dedi kadın. “Nasıl olsa rota çıkacak.” Ben de bir şey demedim, ama eve gelince ilaçları da vermedim çocuğa. Kadın müneccim gibi oturduğu yerden teşhis koydu. Hiç güvenir verir miyim bebeme verdiği ilaca?
Perşembe fena geçmedi. Kız daha iyiydi. Güneş çarptığından emin oldum. İyileşiyor dedim. Ama Cumaya kız tekrar kusmaya başladı. Derken oğlan, ishal ve kusma. Çok panikledim. Eşim gelir gelmez doktora gittik. Bu sefer hastaneye. Doktor şikâyeti sordu, söyledim. “Sağlık ocağına gittim, doktor rota dedi,” demeyi de ihmal etmedim. “Test mi yaptı?” dedi. “Yoo” dedim. Doktor bıyık altından güldü. “Rota böyle anlaşılmaz,” dedi. Ben de sırıttım. Biliyordum zaten doktorun salladığını. Derken üç gün hastanede yattık. Üçüncü gün sonunda sayısız test, iğne, serumdan sonra nihayet teşhisi kesin olarak konabildi: “ROTA!” Ahahhaha.
Bir kez daha anladım ki memleketimin doktorlarını asla küçümsemeyeceksin. Çalışma şartları yüzünden bir çoğunun kalp gözü açılmış! Gözünü kapat, dediklerini yap. Maşşallah!